B-TR ANA SAYFA
   ANA SAYFA   |   GERİ
ROPÖRTAJ
Gülhan Aksular'a dair...

YAZAR'A E-MAIL
01 Mart 2011 Salı

PAYLAŞ: 



28 Şubat 2011
Duygu Gürkan

Gülhan Aksular Aksoy

7 Şubat 1977 İzmir doğumlu, Ankara’da yaşıyor
Kızı Dilara bowling sporcusu olma yolunda
Alper Aksoy ile evli, Alper de bowling oynuyor ama şu an sadece keyif için
17 yıldır ilk defa iş hayatına mola verdi, bu aralar ailesine ve kendisine zaman ayırıyor, İngilizce kursuna başladı ve yeni hedefi Üniversiteye gitmek
Rollhouse’da bowling oynuyor
ABK - Ankara Bowling Kulübü Sporcusu
Facebook, Youtube, ve bulduğu her yerde yabancı sporcuların videolarını izliyor
TBBDF 1. Seviye Antrenör Belgesi sahibi
Sağlak, 15 pound top kullanıyor
3 oyun en yüksek skoru: 685 (Türkiye Ligi)
6 oyun en yüksek skoru: 1332 (İstanbul Open)
En yüksek skoru: 279 (Türkiye Ligi)
11 kere Milli Takımda Türkiye’yi temsil etti
Dereceleri:     Akdeniz Şampiyonası 2008 Takımlar Şampiyonu
2010 Türkiye Sıralama Şampiyonu
2010 Türkiye Kupası Şampiyonu
                        2010 Ranking Masters Şampiyonu
                        2010 Kış Ligi Birincisi
                        2009 Türkiye Ligi Birincisi
2008 Türkiye Sıralama Şampiyonu
                        2008 Türkiye Kupası Şampiyonu
                        2008 Ligin En İyileri Şampiyonu
2006 Türkiye Sıralama Şampiyonu
                        Kulüpler Kupası birçok derece
                        Çiftler Ligi birçok dereceler
                        Kupalarda 2.lik ve 3.lükler
 
Bowlinge nasıl başladın?
2000 yılında, Dilara’yı her hafta sonu İzmir Hilton Otelindeki Fame City’e götürüyordum. Dilara hiperaktif olduğundan enerji boşaltması için 2 saat Define Adası’nda oyun oynuyordu, ben de beklerken bowling salonunda kahve içiyordum ama bowling oynamak hiç aklıma gelmedi. Oldukça uzun bir aradan sonra “ben bir kere şu oyunu oynayayım nasıl bir şeymiş” dedim ve oynamaya başladım. İlk attığım skoru hatırlıyorum 175.
O bir oyunda durmadım, sonra bir oyun daha istedim, sonra bir tane daha...  İlkbahar yaz döneminde yine her Pazar gittiğimizde 3 oyun da kendime alıyordum, bu şekilde devam ettim. Çarşamba halk günüydü, oyun fiyatı gece yarısına kadar %50ydi. O kadar uzun bir sıra oluyordu ki bazen saatlerce sadece 3 veya 6 oyun oynayabileyim diye bekliyordum. Halkla İlişkilerdeki arkadaş “Altın Turnuvaları” yapıyoruz dedi, bu şekilde bowling oynamam haftada 3 güne çıktı. Katıldığım ilk altın turnuvasında 3 tane çeyrek altın kazandım, bowling bana artık daha cazip gelmeye başladı. Sonrasında Planet açıldı ve oradaki turnuvayla birlikte bowling günlerim haftada dörde çıktı.
Ardından lisans çıkarttım ve 2001 yılında Timeout’daki Türkiye Kupası’na katıldım. İlk resmi turnuvamdı ve 14. olmuştum. Türkiye Kupası’ndan döndükten sonra kendime ilk defa bir top aldım, backup/düz oynuyordum. Ardından, 2001 – 2002 yılında düzenlenen ilk Türkiye Ligi’ne katıldım. 

Dönüm Noktası – Almanya
 

2002 yılında Önder Gürkan antrenörlüğünde ilk Milli Takım Turnuvama Almanya’ya gittim. Bu benim için bir dönüm noktasıydı. Gittiğimde insanları “o şekilde bowling oynarken” görmek beni çok etkilemişti, nasıl döndürüyorlar bu topu, ne yapıyorlar, ne ediyorlar” şeklinde sürekli inceliyordum. Sonra Önder sağolsun bana birçok açıklama yaptı. Türkiye’ye dönünce bana hala sakladığım eğitim CD’lerini göndermişti.
Dönünce backup için delinmiş eski topu atıp yeni bir top alıp, herşeye tekrardan başladım, hatta ligden bile bir alt lige düştüm. Kendi kendime “100 bile atsam bırakmayacağım bu topu ve atışı” diye söz vermiştim ve hatta son hafta 100 atmıştım.
Sen daha ilk oynadığın oyununda 175 attın, turnuvalarda  altınlar kazandın, liglere katıldın, Milli takıma gittin, sonuçta stilini değiştirmeseydin en azından Türkiye’de uzun süre başarılı olabilirdin, ama sen belli bir zaman kaybetmeyi göze aldın ve başardın.

Kötü atacağımı biliyordum, bir risk aldım ama ilerisinin iyi olacağına dair umudum vardı
 

Kötü atacağımı biliyordum, bir risk aldım ama ilerisinin iyi olacağına dair umudum vardı. “Evet ben belki 1 sene kaybedeceğim ama bundan sonrası iyi olacak” diye düşündüm ve kararımı verdim. “Böyle gidersen hiçbir yere varamazsın, kendi oyunun daha güzeldi, niye bozdun ki?” şeklinde etraftan çok fazla şey söyleyen oldu, ama ben herşeye kulaklarımı tıkamıştım, gelebilecek her türlü negatif yoruma. Benim yapımda bu vardır, bir şeyi kafama koyarsam onu yaparım, yeter ki kafama koyayım. 
 
 
Şu anda Türkiye’de tekniğini değiştirmeye cesaret edemeyen bir sürü sporcu var, bu konuda ne düşünüyorsun?
Ben, herkesin bir yerden sonra karar verip, doğruyu öğrenmesi gerekir diye düşünüyorum.
O zaman Türkiye’de örnek olarak görebileceğim kimse yoktu. Kadın sporcuların nasıl oynadığını Önder bana CD kopyalayıp gönderdikçe görebiliyordum. Yurtdışına turnuvalara gittiğimde gerçekten sporcuları hayranlıkla izliyordum, biraz daha bir şey öğreneyim hevesiyle gidiyordum salona. Ama artık Türkiye’de bir sürü turnuva düzenlendi ve düzenleniyor, farklı sporcuları görüyoruz.
Bence Türkiye’dekilerin de bir yerden başlayıp, oyununu, stilini, tekniğini değiştiriyor olması gerekir.
 (2 Akdeniz Kupası, 2 Avrupa Şampiyonası, 7 İstanbul Open, 3 Ankara Open, 1 EBT Masters),
 
Tekniğinde değişiklikler yaparken seni çok eleştirenler olduğunu söyledin, peki bunun dışında bowlinge ilk başladığında oyununa karışan çok oyuncu oluyor muydu? Biraz anlatır mısın bu süreci.
İzmir’de bowlinge başladığım dönemlerde; o bir şey söyler, bir başkası başka bir şey söyler, söylediği öbürünün söylediğini tutmaz, sen hangisini yapacağını şaşırırsın, çünkü sen de doğruyu bulmaya çalışıyorsun, hepsini denersin ama ortaya bir şey çıkmaz, çünkü birisi kolunu düzeltiyordur, birisi bacağını düzeltiyordur.
Evet, öncesinde çok karışan oluyordu ama şu saatten sonra öylesine birilerinin karışıyor olması benim için bir şey ifade etmez. Benim oyunum ile ilgili birilerinin bir şey söylemesi ve dikkate almam için beni çok iyi tanıyan birisinin olması gerekiyor. Benim senin söylediğine önce güvenmem lazım ki kendime güvenim gelsin. Bunu “şu kişi” söyledi o zaman bu doğrudur demem ve atmam lazım.
 
Katıldığın turnuvalarda antrenörlerde aradığın özellikler nedir, sana nerede karışılsın, nerede karışılmasın istersin?
Benim için herşeyden önemlisi güven, o kişinin bana güven vermesi lazım. Ben ona güveneceğim ki çıkıp yapacağım.
Ben artık nasıl oynamam gerektiğini bildiğimi düşünüyorum, gerekli değişiklikleri kendim yaparım, ancak arkadan seni iyi tanıyan birisi, herşeyini iyi bilen birisi söylerse dikkate alırım. Sürekli birlikte çalıştığımız için Önder, Gediz bana karışabilir. Örneğin Gediz turnuvada bana şu topu çıkart, aynı yerden at dediğinde bir bildiği olduğuna güvenir bunu yaparım, Önder bana “sen normalde şunu şunu yapıyordun şimdi yapmıyorsun” derse bunu da mutlaka dikkate alırım.
Avrupa Şampiyonası öncesinde 2,5 ay boyunca haftanın 4 gününü Orhan Tola benimle geçirdi, ne yapıp yapmadığımı gördü, o da bana bir şeyler söylerse dikkate alırım.  Sonuçta birlikte çalıştığım kişilerin beni iyi tanıdığına güvenmem lazım ki dediklerini yapayım.
 
Konusu gelmişken biraz 2010 yılında Ankara Rollhouse’da yapılan ECC – Avrupa Şampiyonası’ndan bahsedelim. Bu turnuva için hem Federasyon hem de Rollhouse tarafından seferberlik ilan edildi desek doğru olur diye düşünüyorum. Bu belki de turnuva Türkiye’de olduğu için daha da ön plana çıktı ama diliyorum ki her zaman aynı derecede önem verilsin, biraz anlatır mısın neler oldu?
Evet belki de Türkiye’de olduğu için bugüne kadar yapılmamış bir sürü şey yapıldı. Bu Rollhouse’un da sunduğu çok büyük bir nimetti. 2,5 ay boyunca haftanın 4 günü, 4er saat antrenman yaptık. Son hafta işlerimizden izinliydik, antrenman yaptık, dinlendik, medikal masaj yaptırdık, sauna programı yapıldı, herşey programlıydı. Vücudun rahatlıyor, herşeyi unutuyorsun, herşeyle bağlantını kesiyorsun. Bunun bir sporcu için mutlaka olması gereken bir süreç olduğunu düşünüyorum, ben gerçekten çok da faydasını gördüm. Mental olarak da pozitif enerji alıyorsun Milli sporcular için mutlaka bu şekilde devam edilmeli.
 
Şu ana kadar 11 kere Milli sporcu olarak Türkiye’yi temsil ettin, bu çok ayrı bir his, formayı giyiyorsun, bayrak var, Türkiye adına yarışıyorsun. O anlarda neler hissediyorsun?

... kendimi çok başka bir alemde hissediyorum.
 

Geçmiş yaşantımda da sporculuktan geldiğim için, her zaman Milli Takımda olmak hayalim olmuştu, o bayrağı taşımak, o bayraklı formayı giymek çok başka bir şey. Bunu tarif etmek çok zor aslında, onu giyerken bile benim gözlerim doluyor, Türkiye için yarışırken gözlerim doluyor, kendimi çok başka bir alemde hissediyorum.
 
Tahmin ediyorum ki, ilk gittiğin Milli Takımda ve sonrasında farklı şeyler hissediyorsundur, çünkü gittikçe iddiaların, sorumlulukların değişiyor.
Evet ilk Milli Takıma gittiğimde hissettiklerimle şimdi hissettiklerim arasında dağlar kadar fark var. Eskiden kendime; “ben ligde 180 oynuyorum, gittiğim turnuvada 180 ortalamayı oynarsam evet Gülhan oynadığının altında oynamadın ama bir şeyler öğrendin, bir tecrübe kazandın” derdim. Ama şimdi daha bir savaşçıyım, gittikçe iddia artıyor, kendine bir çıta koyuyorsun. Şimdi oynadığımın hep daha üstünde hep daha üstünde atmak istiyorum.
 
Milli Formayı giyerken, Türkiye için oynarken bile gözlerim doluyor diyorsun, bir de derece aldınız ve İstiklal Marşını çaldırdınız, o anları biraz anlatır mısın?
[ o kadar çok duygulandı ki Gülhan, konuşmaya başlayabilmesi biraz vakit aldı ]
Çok bambaşka bir şey şimdi bile çok kötü oluyorum.
İlk gün takımlarda 3 oyunu oynamış ve birinci bitirmiştik, devam eden oyunlar ertesi gündü. Sabah şarkılarla motivasyonumuzun tam yerinde olduğunu insanlara göstermek için Önder’in bilgisayarının başında Fatih Ürek’in parçasını indirip “haydi haydi haydi" diye oynayıp şarkı söylüyorduk. Oyuna başladık, ilk oyunda kötü bir skorumuz oldu, sıralamada düştük, Önder’den kağıtları göreyim istedim, “git kapat orayı da dereceye kasalım” dedi, ben de “ya hayır bir görmek istiyorum dedim, üçüncülük değil biz birinci olacağız” dedim. Arada galiba 100 pin fark vardı, “üstüme buranın sonuna kadar kapatmak mı düşüyor, ben bunu yaparım” dedim. Frameleri hala hatırlıyorum, “9/ X X 8/”. O sırada diğer arkadaşlar da geldi, herkes baktı, herkes “evet yaparız” dedi. O oyun Ebru ve ben inanılmaz coşmuştuk, ben 10. Frame’e gelene kadar kapatmıştım, 10. Frame’de Ebru gerek kalmadı at artık diyince ben 8 vurup kalanını da kaçırdım, spare yapamadım. Niye öyle yaptığımı bilmiyorum ve kendime hala çok kızarım, çünkü teklerde 8. sıradaydım belki 7. olurdum ve Masters maçlarında herşey değişirdi. Ama oradaki madalya heyecanı bambaşka bir duygu, insan başka hiçbir şey görmüyor. Konuşurken hala o aynı heyecanı yaşıyor gibi hissediyorum, bizden mutlusu yoktu çok güzel bir duyguydu.
(Not: Akdeniz Kupası – Takımlar Şampiyonluğu, Girit, 2008. Sporcular: Gülhan Aksular, Ebru Özoğluuntur, Habib Doğan, Mithat Şiveliol, Antrenör: Önder Gürkan,)
 
Türkiye’de hemen hemen herkes Milli Takımda olmak istiyor, bazen de aslında buna hazır olmayan sporcular istiyor, peki sence Türk Milli Takım oyuncusunun özellikleri neler olmalı?
Ben Milli Takımdakilerin önüne bir hedef koyan, ileriye gitmek için çaba sarf eden ve azimli olmasını isterim.
Milli takımda her şekilde bizi iyi şekilde temsil edecek kişilerin olması gerekir diye düşünüyorum, yani teknik olarak, malzeme ve ekipman açısından da yeterli olması lazım. Evet bazı şeyler maddiyata da dayanıyor olabilir ama artık Federasyon da bu konuda sporculara destek veriyor, ekipman eksiklerini tamamlamaya çalışıyor.
 

galiba ABK’dakiler benim durumumu bildikleri için bana çok bulaşmıyorlar
 

Milli Takımlarda veya Kulüpler Kupası’nda takım arkadaşların oluyor, bu konuda neler düşünüyorsun? Seni pozitif veya negatif etkileyen neler oluyor?
Takımla oynarken negatif durumdakiler varsa bu konuda sürekli enerji harcamam beni etkiler, çünkü ben kendimle kalıp, kendime vakit ayırmak isterim. Zaten bilirsin, turnuvalarda da çok fazla konuşan bir insan değilim. Kimsenin derdini dinlemek istemem, kendime bakmak isterim.
Milli takımda 1-2 kere denk geldi, bundan hoşlanmıyorum. Orada hepimizin aynı anda, bir hedef için pozitif enerji harcamamız gerektiğini düşünüyorum, onun kolu, bunun bacağı, şimdi şuraya bak, şuraya at, hadi şimdi olacak diye kendimi tükettiğim zaman iyi olmuyor.
Kendi takımımda böyle kişiler yok,  galiba ABK’dakiler benim durumumu bildikleri için bana çok bulaşmıyorlar.
 
Ferdi Turnuvaları mı daha çok seviyorsun, takım turnuvalarını mı?
İkisinin de yeri çok ayrı. Ama ben bir takım oyuncusu olduğumu düşünüyorum, o yüzden takımlar turnuvasından çok büyük zevk alıyorum, ama Milli Takım olunca ferdi olarak yarıştığımda da büyük çaba sarf edip bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Kulüpler Kupası benim için bambaşka bir şey, gidemediğim zaman çok üzüldüğüm bir turnuva. Yani diğer tüm turnuvalara gidemeyeyim ama kulüpler kupasına gideyim isterim.
 
Türkiye Kupası, Ranking Masters gibi Resmi turnuvalar mı senin için daha keyifli, Open turnuvalar mı?  
Çor garip bir şey söyleyeceğim, Türkiye Kupası, Ranking Masters gibi bizim resmi turnuvalarda eleme oyunları benim için hiçbir şey ifade etmiyor, benim için Cut’a girmiş olmam finale kalmam önemli,  ondan sonrası benim için bir dönüm noktası. Sonrasında tüm konsantrasyonumu sağlayarak devam ediyorum turnuvaya. Ama Ankara Open, İstanbul Open  gibi turnuvalarda 6 oyun boyunca final gibi oynuyorum. Ligde de çok fazla konsantrasyonumu sağlayıp oynayabildiğim söylenemez. Final turlarına geldikten sonra daha farklı bir kişiliği dönüştüğümü düşünüyorum.
 
En sevdiğin turnuva formatı hangisi?
Ben maç yapmayı seviyorum, sıradan 6 oyun benim için bir şey ifade etmiyor.
 “Double Elimination Bracket” çok sevdiğim bir turnuva formatı. Bir de eskiden sürekli maç yaptığın Ranking Masters formatına bayılıyordum. İlk gün 11 maç yapıyordun, ertesi gün tekrar 11 maç, sonra finaller, bayılıyordum o turnuvaya.
 
Bir karşılaşmada seni en çok ne sinirlendirir?
Özellikle yapıldığını hissettiğim bir şey beni sinirlendirir, örneğin benim motivasyonumu özellikle bozmaya çalıştıklarını düşünürsem sinirlenirim. Bazen de özelikle yapılan bir şey beni daha çok motive edebilir. Onlar ben demoralize olayım diye yapıyordur ama ben tersine iyice motive olurum.
 
Bir karşılaşmada seyircilerin sana olan desteği için neler düşünüyorsun, bu senin üzerinde fazladan bir baskı yaratır mı?
İster istemez eğer bu milli bir turnuva ise kasılabilirim, çünkü sorumluluğu çok başka. En ufak bir yanlış yaptığımda, “şimdi onlar şunu bunu düşünüyor” diye hissederim. Ama Türkiye’de yapılan resmi turnuvalarda çok önemsemem. Milli ise çok önemserim.
 
O zaman Milli Maçların Türkiye’de olması her zaman çok da olumlu olmayabilir? Olumlu ve olumsuz tarafları da var diyebilir miyiz?
Bunu en çok Avrupa Şampiyonası’nda yaşadım, insan ister istemez üzerinde farklı bir baskı hissediyor. Arkada birileri var seni destekliyor, her ne kadar iyi de olsan; “ben içerdeyim de mi beni destekliyor, yoksa ben ucundayım da mı beni destekliyorlar” diye düşünüyorsun. Ben Avrupa Şampiyonası’nda bunu bire bir yaşadım. O yüzden Milli bir turnuvanın dışarıda olması benim için daha iyi.
 
Sporcu olarak yıllar içinde bir sürü tecrübe kazanıyorsun, Akdeniz Kupası’nda 2010 yılında 1 pinle madalya kaçırdın, ECC’de 11 pinle finale kalamadın. Her pinin çok önemi var, sen her atışına çok özen gösteren bir sporcusun ancak bu tecrübeleri maalesef yaşadın. Benim gördüğüm Türkiye’de özellikle eleme turlarında çok özensiz ve dikkatsiz atışlar oluyor, bu konuda ne düşünüyorsun?
Spare atışına da ben mutlaka ilk atışım gibi çıkarım, aynı şekilde konsantre olurum. Benim için her pinin çok önemi vardır. Turnuvada ikinci atışımı da ilk atışmış gibi atarım. İlk atıştaki konsantrasyon sağlanıp da ikinci atış yapılmalı.
 
Bir de, PBA, Avrupa Turu, Avrupa Şampiyonaları’nda hiç görmediğimiz bir şey çok az sayıda da olsa Türkiye’de oluyor, maçın sonucu belli olduğunda, kaybettiği anda, ciddiyetsiz atmak, atmamak, topu yerden atmak? Bu konuda ne düşünüyorsun?
Karakteristik özelliğim belki ama hiç hoş bulmuyorum. Karşındakine saygısızlıktır bu, bana yapılırsa, kim olursa olsun bunu saygısızlık olarak nitelendiririm.
 
Türk ve yabancı sporcularla oynamak, hatlarda birlikte olmak konusunda ciddiyet, teknik yaklaşım açılarından arada fark görüyor musun?
Elbette ki ciddiyetlerinde fark var. Openlarda özellikle hafta sonları yabancı sporcularla oynamayı tercih ederim, belki biraz daha pahalıya geliyor ama ben onlarla oynamak isterim. Bir kere sohbet etmekten hoşlanmadığım, şamata yapmak istemediğim için – onlar da öyle değiller zaten, en fazla kendi arkadaşına arada bir gidip geliyor - bana hiç zararları yok.
Ayrıca, biz yağı çok çabuk bozuyoruz, ama onlar yağı bozmuyorlar, çok standart atış yapıyorlar, yağlamaya göre atış yapıyorlar, ondan dolayı yabancı sporcularla oynamak hoşuma gider. Normalde Türkiye’de başka bir sporcunun atışına bakmazken onların atışını izlerim, elini ne yapıyor, nasıl oynuyor diye bakarım.

Keşke futbol takımları gibi hazırlık maçları olsa...

Türkiye’de kendim oynarken diğerlerinin atışlarına bakmıyorum, eskiden skor bakardım, artık skor da bakmıyorum. Ne skoru, ne atışı beni etkilemesin istiyorum ve bakmıyorum, en çok da atışı kafama kazınır diye istemiyorum.
Etrafımda benden iyiler olsun isterim. Yarışacağım turnuvalarda benden iyiler veya benim ayarımdaki sporcular olsun ki, kendimin gerçek anlamda nerede olduğunu görebileyim.
Benden iyi olan birisiyle bir yerlerde en azından tecrübe için maç yapmak isterim. Keşke Futbol takımları gibi hazırlık maçları olsa, bir Avrupa Şampiyonası öncesi hazırlık maçları yapabilsek, bunu çok isterdim.
 
Aslında yabancı sporcularla senin iletişimin çok iyi ama hep İngilizce konuşma ile sıkıntın olduğunu düşündün, bunun için de bir şeyler yapmaya başladın. İngilizce eğitimine başlamanda bowlingin etkisi oldu mu?
Elbette ki olmaz mı. Bunu en çok Avrupa Şampiyonası’nda yaşadım. Bana “çok iyi atış çok iyi skor” gibi şeyler söylediklerinde onlara cevap verebileceğim kelimeyi biliyorum ama acaba yanlış bir şey söyler miyim diye düşünüyordum. Evet, onlar beni tebrik etti ama onlarla irtibata girmekten tedirgin olduğum için cevap veremedim. Bunun çok büyük eksikliğini hissettiğim için bu boşluğu da biraz tamamlayım istedim. İnsanlarla daha rahat konuşacağım, turnuvalara belki daha fazla gidebilirim. En azından yurtdışına çıktığımda korkmayacağım. Gerçi eskiden de kendimi ifade edebiliyorum ama sanki Türkçeyi öğrenmeye yeni başlamış birisi gibi telaffuz ediyordum veya kekeliyordum ama şimdi çok daha iyi olacağını düşünüyorum, belki bowlingde ilerisi için daha iyi şeyler yapabilirim.
 
Mental Game konusunda kendini nasıl görüyorsun? Eksiklerin olduğunu düşünüyor musun?
Mutlaka eksiklerim olduğunu düşünüyorum ama kendimi de çok iyi bir yerde görüyorum. Çünkü negatif bir atıştan sonra etkilenen bir insan değilim. Kaçırdıysam, kaçırdım, üzerine 2 strike yaparım, onu toparlarım diye düşünürüm. Genelde kutu kutu oynamaya çalışırım. 9. ve 10. Frameler benim için çok önemlidir. 9. ve 10. Framelerde “benim frame’im geldi” diye çıkarım ve büyük bir yüzde ile strike olur.
Savaşçı ruhum başlarda da vardı diye hatırlıyorum. Çok demoralize olduğum bir turnuva olduğunu söyleyemem.
Bazı salonlarda bazı lanelerle ilgili takıntılarım vardır, yani kendim önyargı ile gittiğim için belki de bu oluyor. Bunu da pozitif düşünerek gitsem çözebileceğime inanıyorum.
Kağıtlarımda pozitif şeyler yazar, kafam dağılırsa veya aklım başka bir şeye gittiği zaman onları okurum, ABK’nın özel sembollerine bakarım.
Mutlaka yaptığım şeyler, rutinlerim, uğurlarım vardır.
 
Son olarak Türkiye’deki gençleri biraz konuşalım istiyorum, sence Türkiye’de Genç Bowling Sporcuları için ne yapılmalı?
Gençlere uzun süreli eğitim kampları olmalı. Federasyon bünyesinde daha uzun soluklu birşeyler olmasını isterim. 1 yıl boyunca belli sürelerde bir araya gelip eğitim görebilirler. Koçların gezebileceği programlar olmalı. Gençlerin ileriye dönük eğitimlerinin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Tek bir turnuva için kısa süreli bir şey yapmanın anlamı yok.
 
Sizin evdeki genç sporcu Dilara çok yakında Avrupa Gençler Şampiyonası’na gidecek, bu konuda neler hissediyorsun?
Elbette ki çok sevindim, onu da kendim gibi düşünüyorum, çünkü bana çok benziyor. Birşeyleri görmesini istiyorum, görerek kendi çıtasını biraz daha yükseltebilir, kendisine hedefler koyabilir.
 
Diyelim ki gün geldi Dilara ile bir maça çıktınız, o zaman ne olacak?

Daha çok hırslanırım, görsün, bu işin ciddiyetini anlasın diye daha çok motive olurum

O da bir sporcu ben de bir sporcuyum, bana yetişip benimle final oynayacaksa ben onu kızım olarak düşünmem. Daha çok hırslanırım, görsün, bu işin ciddiyetini anlasın diye daha çok motive olurum. Diğerleri ile nasıl konuşmuyorsam, Dilara ile belki hiç konuşmam. O gün turnuva ile ilgili hiçbir konuşma yapmam. Bazı şeyleri öğrenip, algılasın diye.
Ailede ikinci bir bowling sporcusunun olması güzel birşey, Dilara bana yaklaştığında o zaman düşünürüz.
 
 
 
 
Ben bu son sözde hafif bir tehdit sezdim ama bakalım, işin özeti sizlere Gülhan ile ilgili ipuçları, kullanın :) bol bowlingli günler dilerim...
Duygu
 
İpuçları
-          Birisi bowling topunu eline ilk alıp oynadığında 175 attıysa ondan korkacaksın
-          Eğer Gülhan’ın dikkatini dağıtmak, canını sıkmak istiyor ve bu şekilde moral bozmayı planlıyorsanız, “özellikle yaptığınızın” anlaşılmamasına dikkat edin, çünkü eğer yakalanırsanız daha çok motive olmasını sağlarsınız
-          Final günleri “beyaz şort” giydiyse, oynayın tabi ama derece ile ilgili çok da yüksek bir beklentiniz olmasın
-          Diğer turnuvada beyaz şort giymiş ama farklı model diye düşünüp rahatlamayın, çünkü model fark etmiyor
-          Gülhan’la turnuvadan önce harika bir sohbet edip sonra da turnuva sırasında sohbet etmeye çalışırken size hiç pas vermemesini kişisel almayın. Kaç oyun oynanacaksa dayanın, son atıştan sonra sohbete ve eğlenceye kaldığınız yerden devam edin
-          Hadi yıllar içinde Gülhan’ın oyununa, aldığı derecelere alıştık diyorsanız hazır olun bir küçük boy olan Dilara da geliyor
-          Oynarken özel uğurları ve çok sevimli takıntıları var ama onlar da kaç yıllık bowling ortağı olarak bende saklı kalsın : )